Mart 19, 2007

18-10 krom nikel

bu yazi zamaninda baska bir yerde yer aliyordu. sonra o baska yer yalan oldu. baska yerler hep yalan oluyorlar niye bilmiyorum... bir vakit oncesine kadar bu yaziya ulasilabiliyordu ama bugun oglen aklima geldiginde oldugu yerde bulamadim. sonra acaba elimde yedegi var miydi yok muydu diye dusunmeye basladim. yazdigim seylerin yedeklerini tutmak gibi bir derdim/aliskanligim olmadigi icin kaybolmus olsaydi sasirmazdim. uzulur muydum, iste onu bilmiyorum. neyse sonunda cikti bir yerden. biraz da burada dursun bakalim:

18-10 krom nikel

18-10 krom nikel: Paslanmaz çelik, östenitik, 3xx serisi. İçindeki krom oranı %12′den büyük olan çelikler paslanmaz çelik sınıfındadır, böyle öğretmişti Adnan Hocam ‘Özel Çelikler’ dersinde. Krom oksijenle temasında kromoksit oluşturur ve bu kromoksit tabakası celiğin içindeki demirin oksidasyonunu (paslanmasını) engeller. Her paslanmaz çelik görüşümde aklıma Antalya gelir, ferrokrom tesisleri Antalya’dadır çünkü. Amerika’da, Indiana’da, South Bend’de Notre Dame University kampüsünde Antalya’dan binlerce kilometre uzaktayken de aynısı oldu, sıçarken.

Amerika’nin bir paslanmaz çelik imparatorluğu olduğunu söylemek için biraz mesleki deformasyon gerekiyor belki; bir başkası olsa, o tuvalette otururken aklına yerden yüksek panellerin altından komşu kabinde sıçan adamın cilalı ayakkabılarında gördüğü suretine baktığında yüzünde peydahlanmış sivilcenin evvelki akşam yediği bol kolesterollü öğünden kaynaklandığı gelebilirdi. Belki de aynı ayakkabının hangi müziğe göre ritm tuttuğunu düşünüp Amerika’nın country (ya ne olacaktı başka) radyolarından dem vurabilirdi. Aynı ayakkabının sayasının bizon derisinden yapıldığını görüp aklına Kızılderililer de gelebilir ve hafiften de deliyse Geronimo’nun adıyla iserdi o ayakkabıların üzerine. Ayakkabıların Nike olduğunu görseydi eğer Uzakdoğu’da çocuk işçi sömürüsünün sonuçlarından ve nedenlerinden bahsedebilirdi. Nike giyen ayakların bir Çinliye ait olduğunu bilseydi eğer duyguları iyice karışırdı: Çinlinin neden o ayakkabıları giyip de yöresinde çocuk işçi sömürülerine izin verdiğini düşünür ya da Çinlinin orada ne aradığını sorardı. Buradan az evvel gezdiği üniversite laboratuarlarını dolduran ve belli ki fazla mesainin erdem sayıldığı bir topluma geldiğini farkettiği için gündüz yatıp gece çalışan ve böylece hiç karışamadığı topluma hizmetinin bedelini odeyen, beyin gocunun gerçek anlamda kurbanı olan Çin nüfusuna geçerdi aklı fikri. İyice sapmışsa o akıl fikir “Ne pis herifler yahu su Çinliler, ne yediyse artık nasıl kokuttu” bile diyebilirdi. Ben yandaki ayakkabıların sahibinden beni ayıran kabinlerin duvarlarına baktım: 18-10 krom nikel. %18 krom, %10 nikel ve düşük karbonlu çelik saç. Üniversitede işin ekonomisi öğretilirken şu denmişti paslanmaz çelik kullanımı hakkında: “Medeniyetin göstergesi”.

Medeniyetin böyle maddi göstergeleri olması her zaman garip gelmiştir bana; kullanılan elektrik miktarı, kullanılan çelik miktarı, kişi başına düşen milli gelir kadar taş düşsün kafanıza. Medeniyetin dünya kaynakları pastasından alınan pay ile ölçülmesinden şikayetçiyim hakim bey. İtiraz ediyorum efendim; burası demokratik bir ülke, müvekkilim yaşam kalitesini yükseltmek istediği için itham edilemez! Adam haklı, kimse bir diğerini yaşam kalitesini yükseltmek istediği için itham edemez; sen göçmen kuşları kışın güneye göçüp de seni leyleksiz bıraktiği için itham ediyor musun ki? Peki o yaşam standardı denen seyin getirdiği ‘yan etki’ olan bilinci neremize sokalim? Yükselen hayat standartlarımızın bize sağladığı ‘az çalışıp çok yeme’ sayesinde gelişmiyor mu bilgi ve sanat? Kendimi kuyruğunu kovalayan köpek gibi hissediyorum bunu düşündükçe, işin kötüsü o kuyruğu ısırınca mutlu olacağımdan da emin değilim, kovalamak hoşuma gidiyor sadece.

Amerika, hani şu birleşik devletler olan, bir paslanmaz çelik imparatorluğu. Girişinde “Founded by the Congregation of Holy Cross” yazan bir araştırma üniversitesinin kampüsünde tuvalette sıçarken aklıma geldi bu. Paslanmaz çelik aksamlı sifonun paslanmaz çelikten yapılma düğmesine başarken gelişti fikrim, paslanmaz çelik muslukta elimi yıkarken aldığım sabunun muhafaza edildiği paslanmaz çelik sabunluk biraz daha pekiştirdi, park yerine ilerlerken gördüğüm paslanmaz çelik heykel güzel dedim kendi kendime ve park yerindeki onlarca nikel tamponlu aracı gördüğümde aklıma herkesin taktığı kulaklıkların bağlı olduğu cihazların nikel-kadmiyum pilleri geldi. Gezip görülecek hiçbir yeri olmayan South Bend’den günübirlik Chicago’ya giderken otoyol girişinde bilet aldığım kadının paslanmaz çelikten mamul kabini, Interstate 80-90 (toll road-parali yol) üzerinde seyrederken daldığım yol kenarı tesisinin tuvaletlerindeki paslanmaz çelik paravanlar, bileti verip para ödediğim otoyol gişesinin paslanmaz çelik kabini, Chicago’da park otomatına attığım ‘nickel’, park yerinden çıkıp kahve içtiğim Burnham Harbour’daki kafenin paslanmaz çelik mutfağı hep o krom-nikel alaşımıydı.

Burnham Harbour’dan Field Museum yönüne doğru yürürken Soldiers’ Field yakınındaki parktaki paslanmaz çelik çöp kutuları Adler Planeterium önünde bitti. Adler Planeterium yanında, Michigan Gölü kıyısında durup sigara içerken gördüğüm şehir manzarası gözümü öyle almıştı ki artık mesleki deformasyon da bitti. Chicago martisi Larry ile oynaştık biraz, sonra Free Trolley (bunlar şehirde üç dört ring sefer yapıyorlar ve hepsi bir şekilde bağlantılı) şoförü Allen’a yarenlik ettim bir sure.

Chicago güzel bir şehir, çok güzel. Şehir gibi şehir iste, üzerine söyleyecek çok şey olduğuna eminim ama dilim tutuldu. Bir şehirde en korktuğum şey oranın yerlisi olmaktır, gurbet hissini sevmiyorum çünkü. Korktuğum başıma geldiğinde henüz merkezdeki onuncu dakikamı yaşıyordum. Yıllarca izlediğim filmler, diziler mı neden oldu buna yoksa Chicago’nun kendine münhasır mıdır bilmiyorum, düşünmedim. O an tek düşündüğüm o caddelerde bir kişi eksik dolaştiğimdi, şehrin yerlisi olmasaydım bu gelmezdi belki başıma. İnsan bir yeri sevince, her sevdiği şey gibi onu da sevdiğiyle paylaşmak ister. Küstüm sonra şehre, hemen diğer köşe başında yine barıştım High Fidelity filminden tanıdığım yükseltilmiş yoldaki tramvayları görünce.

Köşeyi dönüp Michigan Avenue üzerinde yürümeye başladığımda başıma geleceklerden habersizdim: Önce Carbon and Carbide Building’i gördüm, bu da mesleki deformasyon elbette, siyah bir bina, belki çirkindir bile ama ismi büyüleyiciydi. Michigan Avenue’yu Chicago Nehri üzerinde taşıyan köprüye geldiğimde kulağıma çalınan trompet seslerine değil, doğuya baktığımda gördüğüm, etrafına dizilmiş onca gökdeleni hiç takmayan nehrin görüntüsüne vuruldum.

Köprü üzerinde içilen bir sigaranın ardından Magnificient Mile boyunca biraz yürüyüp sonra sağa döndüm Ohio Avenue’ye doğru. sağda bekleyen Hot Diggity Dogs’ta bir chili dog yedikten sonra vardığım Navy Pier girişindeki Children Museum’a yalnız girmek istemedim ama önündeki parkta oynayan çocuk heykelleri çok neşelilerdi, eminim müzenin içi de öyledir. Şehrin içinde biraz daha taban mesaisi, bir postane ararken sağda solda muhtelif yerlere giriş çıkışlar, otobüs sıralarında bekleyişler ve Field Museum önünden Soldiers’ Field yönüne doğru park yerine bir yürüyüş. Gerisi “Taste of Chicago” denilen ve şehirdeki hemen her restoranın yer aldığı şenliğin yarattığı fazladan beslenmiş Chicago akşamüzeri trafiği içinde ‘classic rock radio’ eşliğinde bir gezinti, bolca kayboluş ve Chicago Skyway üzerinden doğuya doğru Interstate 80-90 seyahati.

Ta ki South Bend - Mishawaka Regional Airport’ta donuma dek arayan polis işini yaparken bir yandan çantamı arayan diğer polisin çantamı koyduğu paslanmaz çelik masayı görene dek; dedim ya 18-10 krom nikel, östenitik paslanmaz çelik, medeniyetin göstergesi.

1 Temmuz 2004 - Perşembe / 01:34

3 Comments:

Anonymous Adsız said...

Üretim metalurjisi ödevimi araştırırken bir anda karşıma çıkan bu NADİDE :)makaleyi bulmak gayet hoş oldu.

Yorum:Adamlar götlerini yıkamayı bilmezler ama !18/10 Cr-Ni helada sıçmayı pekala biliyorlar. İşte medeniyet bu...

Mart 24, 2007 6:12 ÖS  
Anonymous Adsız said...

yahu ben de züccaciye sektörüne yeni geçmiş biri olarak oturdum bilgisayarın başına, sektörde ağızlarda sakız olmuş 18-10 meselesini bi merak edeyim dedim;iyi de etmişim, en akılda kalıcı metin bu oldu, teşekkür etmek gerek...

Ağustos 20, 2008 11:18 ÖS  
Anonymous Adsız said...

çok güzel bir yazı olmuş.krom nikel ararken böylesi güzel yazı sabah sabah güldürüp düşündürdü..teşekkürler

Ocak 13, 2012 4:24 ÖÖ  

Yorum Gönder

<< Home